31 Ocak 2015 Cumartesi

Mitolojik Çocuklar


Bir grup arkadaşın anlamsızca sustuğu, konuşacak bişeyin kalmadığı gergin anlar. Herkes birbirine bakiyor, "ayy bi anda sessizlik olunca kız çocuğu doğarmış ehiheihe" tarzı esprilere zorla gülmeye çalışıyordu. "Eee daha daha", "havalar da bi tuhaf" ve hatta " İstanbul'un trafiği çekilmez" levelları atlanmış, çalmayan telefonların tuş kilidini açıp kapamalar başlamıştı.
Saat, evlere dağılmak için daha erken olduğundan bu grubu kurtaracak bişey lazımdı. Çaktırmamaya çalışarak yan gözle arkadaşımın telefonuna baktim. İşte kurtarıcımız orada duruyor, o çipil gözleriyle bize bakıyordu.

"Yeğenin mi yaa ne tatlıymış maşallah" dememle, "Ayy evet teyzesi. Derinsu 1 yaşına girdi oyyy şu güzelliğe bak yaa yerim onu ben" diye sonsuzluğa uzayan bir cevap geldi. 
Masa hareketlenmisti. Herkesin yeğeni diğerinden daha güzel, daha akilli olmakla kalmiyor kimisi daha 6 aylikken candy crush oynuyordu. Bu muazzam cocukların adı da tabii ki Ayse, Fatma olacak değildi. Ne kadar mitolojik kahraman ismi varsa bizim minnoşlarda vücut bulmuştu. 

Beklentinin yüksek olduğu bu çocukların yaşından büyük hikayelerini dinlerken, arkadaşımın "Bizim Atalante geçen gün babasina, annemin sevgilisi var demiş ahahah inanabiliyor musun ya hayal gücüne bak" diye kahkaha atmasıyla kendime geldim. 
"Bir dizide görmüş canım benim. Onlar çok eğleniyor, biz de eğlenelim diye uydurdum demiş. Babası bu kız kesin yazar olacak diyor ehiheiehe" 

" Yaa z kuşağı çocukları zehir gibi akıllı" diye atlıyor biri. Bir diğeri ona katılıyor, masadakiler hikayeye gülmekten katılıyor. Ben onlara bir türlü katılamıyorum. İçim sıkılıyor. Taso oynayan çocuk nostaljisiyle kimsenin içini kıymak istemiyorum ama bu yeni çocuklara ısınamıyorum. Onlardan korkuyorum. Beynimin gerilim yaratmak dışında bir hayrını görmediğim kıvrımları aklıma, 1984 romanındaki çocukları getiriyor. Bütün zeki, doğarken iddiali, mitolojik çocukları gözlerinden öpüyor, kendi salak çocukluğumu hatırlıyorum.
Ben hala elimde salçalı ekmekle, cizgi film izliyorum. 

27 Ocak 2015 Salı

Teyzelerden Korkulur



Sabahin erken saatleri..
O saatte uyandığım için hayattan nefret ediyor, milka ineği, kedi yavrulari ve yeni doğmuş bebek gibi şeyler düşünerek aslında hayatin ne kadar tatlış olabileceğine ikna olmaya çalışıyordum. Pek başarılı olamayıp, kedi yavrularına daha çok odaklanmaya çalışırken onu gördüm.
Tüm kilolari ve koyu kahverengiliğiyle.. Biliyorsunuz ki; ülkemizde teyze statüsüne ulaşan her hanim kilo almak, koyu kahvrengi giymek ve durmadan oyyy offf amannn diyerek bel fitiğını vurgulamak zorundadir. Tam bir teyze yürüyüsüyle bana dogru geldi. 
Agir agır.. Yıllarin ona böyle bir hak kazandırdığına inanan her teyze gibi o da emir kipiyle konusmayi seviyordu.
- "Bemar Emar Görüntüleme Merkezi??"
(Evet, bu başında pardon olmayan, soru olduğunu yalnizca ses tonundaki merak tınısından anlayabileceğimiz bir cümleydi)
Bilmiyorum anlaminda bir kafa isareti yaptim.
-"Bana bu sokakta dediler" diye diretti. 
-"Olabilir, ben bilmiyorumdur" dedim yüzünde bi ikna olmuşluk arayarak. 
- "Şu haritalardan neyn bak bi kızım. Şu telefonlarınız var ya yaziyosun çıkıyo, hadi yavrum bi bakiver bak benim belim ağrıyo yine yüriyemiycem o yollari" 
Teyzeleri yeteri kadar taniyorsaniz, hayir deme şansınız olmadiğıni da bilirsiniz herhalde.
Akılli telefonum ve ben teyzenin emirlerine hazirdik. Teyze, muzaffer bir komutan edasiyla 18 kiloluk çantasini elime tutuşturup gözüne kestirdiği bankta oturan çocukları kovaladi. 
Hizla haritadan emar görüntüleme merkezinin yerini belirledim ve teyzeye dönüp
-"Siz yanlis gelmissiniz teyzecim aslinda bu yer Beylikdüzündeyyyym..." 
Bir anda yer sallanmaya baslamisti. Hava simsiyah olmuş, gök gürlüyordu. Sinirden bir ayağıni yere vuran teyze'ye "Yapma teyze, senin fıtığın var, doktor sana bu hareketi yasakmaladi mi" diye bağırdim. Karşılık olarak öfff'lemesiyle küçük bir firtana yaratti. Ben uçmamak için direğe tutunmuştum. O ise gözlerinden yaydığı kirmizi, delici ışınlarla sevimli mahallemizi tariyor, "Bende fıtık var, oraya yürüyemem" diye bağırıyordu. Telaşla sağa sola koşuşan çaresiz insanlar "Teyzecim, sana başka emar görüntüleme merkezi mi yok" diye sakinlestirmeye calışsalar da teyze onlari duymuyordu bile. Kimsenin dayanacak gücü kalmamisti artik. Teyzeyi durdurmanin imkani yoktu. 
Tam o esnada sihirli sözcük duyuldu. 
- " Muscofen diye bi ilaç var, onu kullan  onuuuu, aç karna 3 kez " ilaçsever teyze sese  dogru yurudu ve ilaci su bile aramadan yuttu. 
Hava güneş açmış, ortalik sakinleşmiş ve insanlık bir kez daha teyzeleri kızdırmanın cezasını çekmişti.. 
Artik daha dikkatli olacaktık. 




23 Ocak 2015 Cuma

Koşmaya Başlamak İçin En Güzel Motivasyon

Merhabaaa, sizi bilmem ama bu kış aylarının benim üzerimdeki etkisi, gözle de görülebilir olan kilo :(
Şu hafif tontik hallerimden kurtulmak için bazı sabahlar koşmanın iyi olacağına karar verdim. 
Resimde gördüğünüz üzere topladım saz arkadaşlarımı ve çıktım yola. 
Şimdi size bir süredir kullandiğim RunKeeper aplikasyonundan sözetmek istiyorum.
Bu, ne kadar süreyle koştuğunuzu, ne kadar mesafe katettiğinizi ve ne kadar kalori yaktığınızi hesaplayan bir program. 
Tamamen ücretsiz fakat daha profesyonel kullanmak istiyorsaniz RunKeeper Elite üyeliğini satin alabilirsiniz. Bu üyeliğin, arkadaşlarinizin yaptiğini sporu takip etme ve spor eğitmenlerinden oluşan bir grupla sürekli irtibat halinde olmaniz gibi güzellikleri mevcut. 
Activity kısmında koşu, yürüyüş, yüzme, tırmanma ve bisiklet gibi bir çok seçenek mevcut. Başlamak icin yapacağınız aktiviteyi seçin. 
Sizin için bir harita ve müzik listesi de veriyor eğer isterseniz. 
Aktivitenizin sonunda ne kadar sürede kac km mesafe katettiğinizi ve harcadiğiniz kaloriye gösteren bir sayfa cikiyor. Çalışmalarinizi isteğe göre haftalik, aylik ve yıllık olarak arşivleyebilirsiniz. İsterseniz facebook ve twitter ile senkronize olup, arkadaşlarınız ile depaylaşabilirsiniz. Benim bugünkü özetim şu şekilde
Başlangıç olarak 4 km fena değil sanirim. Eğer siz de  RunKeeper'ı beğendiyseniz, bu haftasonu hepinizi koşuya bekliyoruuum, bakın bekliyorum ;)



15 Ocak 2015 Perşembe

Nazım Hikmet Ran 113 Yaşında


Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Salonun ortasında duran kitaplıkta, babamın kitaplarını karıştıra karıştıra okumayı öğrendiğim yıllar.
Nedense elim hep Nazım Hikmet'in kitaplarına gidiyor. Çocuk aklımla Kız Çocuğu şiirini defalarca okuyor, çocukların neden öldüğünü anlayamıyor, kederleniyorum. 
İlk ezberlediğim şiirin hikayesini ise yıllar sonra öğreniyorum.. 
Şiir; 1 yaşındayken Hiroşimaya atılan atom bombası sonucu lösemiye yakalanan, 11 yaşında da hayatını kaybeden Sadako Sasami için yazılmış ve Japon çocuklardan bir sürü teşekkür almıştır. Bu naif adama olan hayranlığımı başlatan o şiir, bugün hala en etkilendiğim şiiridir.

Günümüz şairlerinin bir çoğunun klişe aşk acılarıyla bezeli süslü şiirlerinden o kadar çok sıkılıyorum ki 113. yılında hala unutulmayacak olan bir isim aklıma gelmiyor.
Kitaplığımın en değerleri kitaplarının yazarı, iyi ki doğdun. 113. yaşın kutlu olsun.