Bebek güzel şey, en azından düşünce ağlar, kızınca ağlar, eli yanarsa yine ağlar.. Dur ben şimdi ağlamiyim içimde bir yerlere atiyim bi gün bir bahanem olur, toptan ağlarım demez.
Ağlamayı kontrol edebildiğimiz andan sonra samimiyetsizlik başlıyor işte önce duyguları kaybediyoruz.
Gecen yıl filandı herhalde, salak bi film izliyorum o kadar salak ki kimseye de teklif edemiyorum birlikte izlemeyi. Soran olursa, soğuktan korunmak için girdim diycem. Ben de her yaşımda ayrı bi salağım çünkü.
Hani şu hem komik olsun, hem aksiyon olsun sonunda da ağlatırız diye çekilen manik depresif filmler var ya, onlardan.
Yalniz başımayım ama hiç bir derdim de yok, tek amacım filmden çıkınca "iyyy ne kötüydü yaa aughjsks" diye ekşi sözlükte filan bok atmak.
Bütün film boyunca tam bir saygısızlık abidesi gibi umarsızca mısır yedim, duygusal sahnelerde hunharca gülüp, komik yerlerde küçümsedim.
Bi sahne vardı, kız köpeğini kaybediyodu aslında çok komikti çünkü ararken kendi de kayboluyo, bi takım sakarlıklar yapıyordu filan.
Cola içerken boğazıma bişey düğümlendi, yutkunsan da gitmeyen cinsten bişey. Gözlerim deli gibi yanmaya basladı, nerdeyse kendimi sıkmaktan felç geçiricem..
Sonrası, hiç net değil.. Tamamen flu. Gerek gözyaşlarımdan, gerek neye ağladığımı bilmiyor olmamdan sebep flu.
Filmin sonu, mutlu bişeylerdi. Kameranın kavuşan insanlardan, yeşil kırlara doğru döndüğü türden bi final.
Yanımdaki kadın bana çok üzülmüştü, yardıma ihtiyacım olup olmadigini sordu. İyi olduğumu söyledim. Suyunu bana uzatıp, "Mutlu sonlarda bu kadar ağlanmaz" dedi.
Yok aslında, bendeki mutlu son alerjisi degildi. O kiz gibi kaybetmek ve istesem kaybettiklerimden kuleler yapabilecek olmaktı.
Yaşarken, güçlü kalmaya o kadar odaklanmak ki bi an gelip bir yerde patlayınca şaşırmaktı.
Sinemadan çıkarken, "ayyy ne biliyiiim yaa sinirlerim bozuldu heralde" diyordum kendime.
Kaybettiğim bazı şeylerin dönmemesi için kendimi yakacağımdan haberim yoktu henüz.